30 Haziran 2010 Çarşamba

Hayal mi Gerçek mi?

Bana sarılırken avucunda sakladığın minik bıçağı sırtıma saplamasaydın keşke!

Belki de yaşamımda ilk defa bütün kalkanlarımı yere bırakıp doya doya sarılmak istemiştim sana. Koşulsuz sevgiyi hak edebilmek için koşulsuz sevgi vermeliyim diye düşünmüştüm o an. Bıçağı –güya çaktırmadan- dibine kadar sırtıma soktuğunda gözlerindeki zafer pırıltısının anlamını sezemedim önce. Meğer ufacık bir açığımı bekliyormuşsun beni zayıf düşürmek için. Bir yandan da hiç tanık olmadığım kadar sıcacık gülüşünle karşılaştım, aptallaştım! Aynı anda bu kadar sevecen ve katil ruhlu nasıl olunabilirdi? Öylesine güzel ve baştan çıkarıcı bir gülümsemeydi ki bu; Kendine en güvenen, en dirayetli adamları bile mayıştırır, içini eritir, yaşadığından kuşku duydurup, dize getirebilirdi. Ben buna nasıl dayanabilirdim?

Kısa zamanda sırtımdaki sızıntıya gözlerimde eşlik ettiğinde senin bayramın başlamıştı artık. Ben ikimize de ortak bayramlar ararken, sen kendi bayramını kendin yaratmıştın. O kadar güzel gülümsemiştin ki; sırtımdan ve gözlerimden akanların kahrına rağmen gülümsedim bende. Ama gözlerim seninki gibi parlamadı.

Sana “sırtım acıyor” dedim, sen “neden?” dedin. Sırtıma sapladığın bıçak nerede demek istedim, diyemedim. “Gözlerimden akanları gördün değil mi?” dedim. “Evet ama neden?” dedin. Oraya şu anda gelmişçesine. Gözlerimden ve sırtımdan akanlar oturduğum sandalyenin dizlerini titretti. Kollarımı dayadığım masa acıdan çıldırdı! Sen hiç birini anlamadın. Çevremizde konuşan insanlar bile sustu. Muhtemelen sırtımdan akan kana bakıyorlardı, oralı bile olmadın. Birkaç cümle daha konuştum şuradan, buradan. Yeniden yüzüne baktığımda dilindeki “neden?” soruları gözlerine yerleşmişti. Çok barizdi. Eski ama iyileşmemiş yaralarımı gösterdim sana sebep olarak. “Ara sıra acır böyle” diye sırıttım. Ancak bu kez de benim gözlerim parladı. Öyle utandım ki, sırtımdaki kan bile dondu kaldı.

Geldiğim yere döndüğümde eski yaralarımı çabuk iyileşsinler diye şefkatle okşadım ama son yaram sırtımdaydı. Ne görebiliyorum, ne de okşayabiliyorum. Öylesine rezil bir sızı ki bu, alışmak mümkün değil. Istırap haydut oldu, dört bir yanımı sarıyor. Dayanılmaz acılara esir düştüm yine. Başım dönüyor, gözlerim kararıyor, vücudum uyuşuyor. Beynim çalkalanıyor Allah’ım, beynim çalkalanıyor!

Derken gecenin bir yarısı odamda tavanı seyrederken buldum kendimi. Neler olduğunu biliyorum, hissediyorum ama göremiyorum. İki melek, iyi olmam için Tanrıya dua ediyorlar. Fısıltı ile, acele acele, ileri geri sallanarak ve kan-ter içersinde. İçimi anlatılmaz bir sevinç ve güven kaplamaya başladı. Diğer tarafta da yalnızlık duygusu can çekişe çekişe geberiyordu! Bu zafer anına daha çok şahit olmak isterdim ama gözlerimin kapanmasına daha fazla direnemedim ve kendimi uykuya teslim ettim. Sabah kalktığımda ruhumda dinginlik, gözlerimde direnç. Bütün yaralarımın geçtiğini fark ettim. Sadece sırtımda hafif bir sızı vardı, hepsi o kadar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder